224kablo

Aynı alanda çalışanlara eskiden rakip değil refik, yani refakat eden ifadesini kullanırlarmış. Eşlere de refikam, yani hayat arkadaşım derlermiş. Refikam sözcüğü özellikle kültür seviyesi yüksek seçkin kişilerin çok kullandığı bir kelimedir. Rekabet, ruhuna uygun olarak kullanıldığında ne güzel anlam ifade ediyor. 
Rekabet ortamında yaşamak rehavet ortamında yaşamaktan iyidir, denilir. İş hayatında esas patron müşteridir, uçan kuş gibi hareket halindedir. Avcı çok, fişek bol, hareket halindeki avı vurdun vurdun, vuramadıysan başka avcı hemen hazır. Rekabet ortamında çalışırken iki seçeneğimiz var. Ya kaybe-deriz, ya da kazanmak istiyorsak farklı seçenekler araştırarak farklılıklar geliştirebiliriz. Babalarımızın,  dedelerimizin yaptıklarını tekrar ederek yol alamayız. Olsa olsa yerimizde sayar, günümüzü kurtarırız. İyi bir rakip gelişmemizi hızlandırır, daha önceki çıtamızı yükseltmeye zorlar. Yaratıcılık ruhu denilen ileriye dönük yeni fikirler rakipler sayesinde geliştirilir. Satranç oyununda olduğu gibi hamleler yapmak istiyorsak oyunu bizden daha iyi bilenlerle oynamalıyız. Rakiplerden daha hızlı öğrenme yeteneğimiz, rekabette sürdürülebilir avantajların başında gelir. Şunu da unutmayalım! Kurtlarla sofraya oturan konuk olarak mı? Yem olarak mı? Sofrada bulunduğunu iyi bilmelidir. Rekabet ruhunu kavrayamamış, sadece günü birlik yaşamayı düşünen insanların ne geçmişi olur, ne de geleceği. Sonunda kenara itilmiş olarak ömrünü tamamlar. 
Aynı kulvarda koşan insanları bize karşıymış gibi peşin hükümlerle değerlendirmek de olmaz. Onlar sadece kendilerinden yanadır. Mesele bu kadar basit. Aristoteles yıllar önce der ki, ‘’Başkalarının kusurlarını tartarken parmağı ile terazinin kefesini bastırmayan pek azdır’’ demiştir. Hedefsiz, plansız, programsız, sermaye hesabı yapmadan balıklamasına iş hayatına dalıyoruz, gerçeklerle yüzleşince gözümüz korkuyor, her şeyi ortada bırakıp çekiliyor, mazeretlere sığınıyor, suçlu arıyoruz. Sonunda işi hesabına uydurup ortadan kayboluyoruz. Gaflet büyüyor, başa örülecek bereye iplik yetmiyor.
İş hayatında çizgiyi rakipler belirliyor. Üretim hızımızı, tüketim hızımızı, verimliliğimizi rakipler saye-sinde artırırız. İyi bir rakip şahane bir yol göstericidir. Kötü bir rakip hata yaparsa bizde etkileniriz. Araba yarışlarında olduğu gibi. Stratejik bilgiler hariç rakip-lere paydaş gözü ile bakmalıyız. Deneyimlerimizi birbirimize aktarabilirsek herkes kazançlı çıkar. Bu konuda çok örnek var. Ama en çarpıcı örneklerden biri 1990’lı yıllarda küçük bankalar batınca büyük bankalar önce sevindiler, sonra güven kaybedip para yurt dışına kaçınca kendilerinin de ayakta kalmaları tehlikeye girdi. Kaçan paraların geri getirilmesine büyük bankaların da gücü yetmedi. İşten çıkarmalar, ücretlerde düşmeler gibi olumsuzluklar herkesi etkiledi. Rekabet iyi yönetilmezse, iyi bir iş ve işletme katili olunabilir. Birbirimizi ezip geçmek yerine ortak projelerde paydaş olarak katkı sağlamalıyız. Pasta büyürse herkesin payı da büyür. Rekabetin sürdürülebilmesi için fiyat, hizmet, sürat, maliyet ve kalite işlevleri aynı sepette taşınabilmelidir. Fikirlerin çatışmasından iş hayatı yara almaz, yeter ki hisler işin içine karıştırılmasın. Hele ki hisler kinle de karıştırılırsa, şerbet içine zehir karıştırılmış gibi olur. 
İnsanı dünyada hiçbir şey kin besleme duygusu kadar yıpratmaz. İş hayatında kavganın ve yıkıcı rekabetin galibi yoktur. Her iki tarafta kaybeder. Rekabet edeceğiz diye birbirimizin gemilerini yakmayalım. Rakip firmalarla öyle iletişim kuralım ki yüz yüze geldiğimizde yüzümüz kızarmasın. Birliktelikten çekinmeyelim, el ele tutunmaktan korkmayalım. Bunun ise söylemesi kolay, uygulaması oldukça zordur. İşimizi geliştirmeyi rakiplerin kaybetmelerine bağlamak yerine dayanışma ve işbirliği yoluna giderek onlara da kaybettirmeden Kazan/Kazan yolu tercih edilmelidir. Başarıya soluk kesici bir rekabetle değil, huzur verici işbirliği ile ulaşılır. Bunu becerebilirsek işyerlerine servet yağar. Hırs ve kinle hareket edildiğinde, önceleri rekabet, kişisel başarının şartı olarak görülürken, günümüzde ise insanları ve şirketleri, kendini yıkmaya götüren potansiyel tehlikenin kaynağı olarak değerlendiriliyor. Bir diğer tehlike ise hem çabuk, hem çok ve hem de kolay kazanma arzusudur. Ne yapsak da çiğnenmeden lokma yutulmuyor. Merdiven basamakla çıkılır. 
Bizim özümüzde kökü ahiliğe dayanan işbirliği ve dayanışma ruhu vardır. Şirketler rekabetten dolayı ateşi körüklemek yerine söndürme yoluna gitmelidir. Rakibi küçümsemek, küçük hataları görmemek kıvılcım halindeki ateşi görmemeye benzer. Çene yormak yerine kafa yormak, gözyaşı dökmek yerine alın teri dökmek zorundayız. Kaybet/Kaybet sokağına girmenin sonu hüsrandır. Hedefler hatalı seçilmişse, hiçbir hareket doğru olmaz. İster pastacı, berber, manav, ev hanımı, iş kadını, esnaf, şirket ya da holding yöneticisi ne olursan ol sonuç değişmez. Hata yapar boşluk bırakırsak, o boşluğu rakipler çabucak doldurur. İş hayatında kaybedenlerin çoğu ya ticaret kurallarını bilmiyor, ya da bildikleri halde uygulayamıyorlar. Heyecana da sabrına da ihtiyacımız var. Bahçeye yeni dikilen bir fidan hemen meyve vermez. 3-5 sene sabredildiğinde meyve vermeye başlar. Fidanı dikerken hırslı, meyveyi toplarken sabırlı olacağız. Birbirimizin rakibi olmaktan ziyade kendi kendimizin rakibi olmalıyız. Bu konuda parola ‘’Tek geçmem gereken dünkü ben’’ olmalıdır. Kılavuzumuz ahmaklar olmasın, akıllılarda geride durmasın. Ticaret ve üretim çok titizlik ister. Uyuşukluk ve üşengeçlik çağrıştıran sözleri zihinlerden söküp atılsın ki, zihinlerimizi meşgul etmesin, ayak bağı olmasın. Bu sözlerden bazı örnekler vermek gerekirse, ‘’ Daha önce denedik olmadı, çok zaman alır, çok masraflı olur, hiçbir zaman onaylanmaz. Bozulmadıkça tamir etme, şuan zamanım yok, çok meşgulüm, bütçe de ödenek yok’’ gibi. Zihnimizin önünü açan sözlerden de örnek olacak olursak, ‘’ Başka düşüncesi olan var mı?  Bize uygun olan seçenekleri gözden geçirelim, düşüncene biraz daha açıklık getirebilir misin? Daha farklı ne tür katkıda bulunabilirsin? Büyük fikir ……………..’’ gibi. Rekabetin yoğun olduğu sahada çalışan şirket personeli ve yöneticileri bu kelimeleri dikkatlice yerli yerince kullanmalıdır.  Sözler ilaca benzer. Yerinde, zamanında ve dozunda söylenmelidir ki faydası olsun. 
Geçimin kolay olduğu yerde ahlâk daha kolay kök salar, kalp ve zihin daha rahat olur. Kurduğumuz şirketler kendimizi doyuruyorsa, çocuklarımıza da miras bırakıyorsa, bunu başarı olarak kabul ediyor ve yetiniyoruz. Saygı duyulacak bir bakış açısı olmasına rağmen yetersizdir. Üreten, ürettiğine müşteri bulup satabilen, sattığından para kazanan şirketler ayakta durur. Ürettiğinden çok tükettiğinden, gelir gider dengesini sağlayamayan şirketler ise erir, sonunda piyasadan silinir. Ülkemizin ve neslimizin geleceğini düşünerek daha çok alın teri dökmek zorundayız. Tatil kasabasında büfe işletmeciliği yapma düşüncesinde olanlarla kalkınma olmaz. Kalkınma çocuğun babasını, çırağın ustasını geçmesine bağlıdır. 
Şirketler kendi hayat haklarını başka şirketlerin batması üzerine bina ediyorlarsa, o ülkenin iktisadi hayatı kansere yakalanmış demektir. O zaman şirketler birbirinin kurdu olur, içten içe birbirini kemirir. Rekabet için kaliteden ve kârdan taviz veren kaybeder. Rakiplere kızıp bana ne diyemeyiz, batarsak başka kurtuluş yok, hep aynı gemideyiz.