224kablo
Köşe Yazıları

KURTULUŞ YERLİ ÜRETİMDEDİR

Ekonomi yönetimimiz son 2 ayda genel bütçedeki açıkları telafi etmek için faiz artırımları ile başladığı hamle-lerine, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin yaz tatiline rağmen piyasalarımızı sarsan bir dizi sert önlemlerle devam ediyor. KDV oranlarında artış, akaryakıta şok zam ve ilave motorlu taşıtlar vergisi gibi etkisini doğrudan hissettiğimiz icraatlar da aklımıza şu soru geliyor: Attığımız taş ürküttüğümüz kuşa değecek mi?
Seçimden hemen sonra piyasalarda oluşan güven havasının maalesef çok kısa sürede dağıldığını gözlemliyorum. Esnaf tabiri ile yerel piyasamızda iş var, ancak konu tahsilat tarafına geldiğinde nakit paraya ulaşmadaki güçlükler sebebiyle risklerin arttığını düşünüyorum. Biz üreticileri doğrudan ilgilendiren Leasing maliyetlerinin yüksek olması yatırım iştahımızı azaltırken bir de üstüne bankaların sıkılaştırma politikası nedeniyle kredi musluklarını kapalı tutmaya devam etmesiyle endişe verici bir sonbahar bizi bekliyor olabilir. Devletimizin son ekonomik adımları kur ve enflasyonu kontrol ederek ihracat fazlasıyla cari açığı düşürmeye yönelik görünüyor. Fakat bu hamleleri yaparken üretime destekten feragat edersek uzun zamandır unuttuğumuz bir senaryo karşımıza çıkabilir: Stagflasyon yani durgunluk. Asgari ücret maliyetleri ile SGK payının biz üreticilere yüklenmesiyle sırtımızdaki yüksek maliyet kamburu büyümüş, istihdam sağlayan bizleri zora sokmuştur. Firmalar son 2 senede kur artışı nedeniyle ilave sermaye ihtiyacı duyarken, KGF gibi çözümler olmadan başta sanayicilerde küçülmeler başlayabilir. Bir de en az 1 sene daha devam edecek yüksek enflasyonist ortamı eklediğimizde; sadece sanayi değil tarım ve hayvancılıkta zorlanan üreticiye uygun maliyetli destek paketleri olmadan sürdürülebilir bir ekonomik modele ulaşmamız da zor görünüyor. Ancak inanıyorum ki biz elektrik sektörünün patronlarının bu tehlike ikazlarını ekonominin patronları da mutlaka görüyordur.
Filmi başa saralım. Türk liramızın yeniden belli bir itibara ulaşması ve fiyatların öngörülebilir seviyede arttığı bir ticari piyasaya geçiş yapacaksak, ithalatın yani ülkeden döviz çıkışının azalması gerekiyor. Nihayetinde karlılığın maliyet kontrolünden geçtiğini biliyorsak, maliyetlerin yerel kaynaklı olmasının bu riskleri bertaraf etmede öncelikli olduğunu hep bera-ber görmemiz gerekiyor. Bu durumda elimizde yüksek maliyetli dış kaynaklar haricinde tek bir enstrüman kalıyor, YERLİ ÜRETİM. Bunun için devletimizin, kayıt dışı ve vergisiz çalışan yapılardan oluşan haksız rekabet ortamını kesinlikle rehabilite etmesi önem taşıyor. Kendi topraklarında eşit koşullarda yarışacak Türk şirketleri tüm dünyada rekabete zaten hazır.
Geçen yıl Kasım ayında değerli arkadaşlarımızla birlikte seçimle göreve geldiğimiz İstanbul Ticaret Odası yönetiminde aldığımız ilk kararlardan biri yerli Sanayi ve yerli ticaretin gelişimine yönelik politikalardı. Bu yöndeki ilk adımı da Eraylar Elektrik’in İstanbul Arnavutköy’deki modern üretim tesisini faaliyete geçirerek attık. Geçtiğimiz haftalarda bayiliğini yaptığım tamamen Türk sermayesi ile kurulmuş ve faaliyetlerini ülkemizin kaynaklarıyla ve asgari ithalat kalemleriyle sürdüren Mutlusan A.Ş’yi ziyaret ettim. Yönetimin vizyonundan genç stajyerlerden gelen zekice sorulara kadar enerjisini Anadolu'nun değerlerinden alan böyle şirketlerin bu topraklarda var olması hepimiz için şanstır. İthalata dayalı birçok firmanın aksine bizim işçilerimizin emeğiyle çıkan ürünlerin yerel ve global pazarda var olmasının ülke ekonomisi için önemini bir kez daha anladım.
Yerli üretimde biz sanayi-ciler elimizi değil, gövdemizi taşın altına sokmaya her zaman hazırız. Ancak devletimizin ve sivil toplum örgütlerinin bugüne kadar sınıfta kaldığı ve müdahil olması gereken ana konu ara eleman sağlayacak meslek liselerinin gelişimi. Öyle ya, hayalini kurduğumuz ülkenin sermaye kadar nitelikli Türk gençlerine de ihtiyacı var. Yerli sermaye ve nitelikli yerli işgücü ile ne kadar sorunu aynı anda çözeceğimizin hayali dahi beni heyecanlandırıyor. Bu konuda hepimizin farkındalık yaratmak için her mecrada söz söylemesi gerektiğini, aksi takdirde cebimizdeki paranın hem değer kaybı hem de dış kaynaklara uçacağını özellikle belirtmek isterim.
Demem odur ki, artık rahmetli Ayten Alpman’ın ‘’Bir başkadır benim memleketim’’ şarkısını söylerken gözlerimizin dolması değil, memlekete değer katan yerli üretimden gelen ürünlerin raf-lara dolması zaruri olmuştur.
 Yarın değil bugün,
Sonra değil hemen,
Az değil çok.
Kurtuluş yerli üretimdedir…