Sene 1974... Ülkemiz iç ve dış politika kaynaklı nedenlerle yine zorlu ekonomik dönemlerinden birini yaşıyor. Kıbrıs Barış Harekâtı yaşanmış, Türkiye dört bir yandan ambargo altında.
Dış ticaretimiz 3 milyar Dolar seviyelerinde. Üretim hammadde ithalat kısıtlamaları nedeniyle azalmış, istihdamdaki daralma sonucu oluşan nihai tüketimdeki düşüş ticaret hayatını da derinden etkilemiş.
Sonuç ise, toplumdaki huzursuzluk, adli olaylardaki artışlar ve halkın genelinde görülen genel gelecek kaygısı olmuş.
Bugünlerde sizce de 50 sene önce yaşanan bu döneme benzer günler yaşamıyor muyuz değerli Volt Gazetesi okurları?
Evet diyenler kadar hayır diyenlerin sayısının da az olmadığını tahmin ediyorum. Ancak cevabınız hangi yönde olursa olsun haklılık payınız var. Sadece elektrik sektörümüz değil, ülkemiz genelindeki hemen tüm pazarlarda talepte daralma, istihdamda azalmalar ve finansal erişim sorunları nedeniyle nakit akışında bozulmaları örnek gösterenler evet demiş olabilirler.
Üstelik hane halkının alım gücünde ciddi düşüşler ve gelir dağılımındaki makasın artışı gibi sorunları da ilave kanıt olarak gösterebilirler ki haksız da değiller.
Ancak 50 yıl önce 3 milyar Dolar seviyesindeki ihracatımızın bugün 270 milyar Dolar seviyelerine ulaşmasını, son 50 yılda kurulan Türk şirketlerinin gelişmiş Batı ekonomileri ile rekabetimizde kilit taşı görevlerini ve başta Otomotiv, tekstil ve sektörümüz elektrik malzemeleri alanında küresel ölçekte başarılara sahip olduğumuzu da göz ardı etmek haksızlık olur gibime geliyor.
Olumlu ve olumsuz bakış açılarını kenara bırakıp somut verilere odaklandığımızda ise , son çeyreğine giriş yaptığımız 2024 senesinde sektörümüzdeki ticari daralmanın ortalama %30 seviyelerine ulaştığını görüyoruz.
Yıl sonu itibarıyla da benzer bir katsayı ile seneyi tamamlamamız muhtemel görünüyor. Öyle ise daralan pazarda daha fazla pay almak için gerek iç pazarda, gerekse dış ticaret tarafında neleri hatırlamalıyız, gelin bunlara değinelim.
Öncelikle dürüst olacağız. Hep yapabileceğimizi taahhüt edeceğiz. Tutamayacağımız sözler vermeyeceğiz, verdiğimiz sözleri tutacağız.
Müşterilerimizin bize ne olursa güvenmesini sağlayacağız ve güveni sürdürülebilir biçimde koruyacağız. Zor dönemlerde iyimser olacağız, kaostan değil düzenli bir ticari sistemden yola çıkacağız.
Müşterimizin bize gelmesini beklemeyeceğiz, en ücra bölgelerde dahi olsalar biz ayaklarına gideceğiz. Fiyat politikalarımızı piyasa koşullarına uygun ve kalite standartlarımıza paralel belirleyeceğiz.
Kriz kaynaklı aşırı indirimlerin güvene zarar vereceğini unutmayacağız. Pazardaki her hareketi takip ederek, mümkün olan en doğru dönemsel kampanyalar ile müşteriler tarafında tercih edilen şirket olacağız.
Tüm bu ilke ve yaklaşımları ise sadece sahada etkin bir mücadele ile başarabileceğimizi hatırlatan tarihi bir anekdotu sizlerle paylaşmak isterim.
Napolyon Bonapart ve kurmay subayları geride bıraktıkları Fransız Devrim savaşları ardından değerlendirme yapmaktadırlar.
Büyükçe bir masada muharebe haritaları yayılmış, haritaların üzerine kuvvetleri gösteren taşlar bulunmaktadır.
Napolyon'un savaş komitesinde görevli bir kurmayı haritayı parmağıyla işaret ederek şöyle demiş;
''Ben sizin yerinizde olsam önce şu küçük kasabaları alır, oradan büyük şehirlere iner ve büyük darbe vururdum.
Düşman daha ne olduğunu anlamadan sert bir darbeyle ellerindeki her şeyi bırakıp kaçarken, başkentlerini alarak onlara iyi bir ders verirdim.''
Napolyon hiç istifini bozmadan cevabını vermiş; ''Oralar öyle parmakla alınsaydı, zaten alırdım...''
O halde parmakla gösterenlerin değil, sahada mücadele edenlerin önünü açacağız.
Sözlerin değil sistemlerin; kaosun değil düzenin yanında yer alacağız.
Savaşta her bir askerin önemi gibi, nitelikli her insan kaynağımızın değerini bileceğiz.
50 yıl önce yaşanan zorluklar bugün tekerrür ediyor olabilir, işler zayıf ise daha çok çalışacağız...