224kablo
Köşe Yazıları

HAYAT REÇETESİ

Dünyadaki en zengin yerler neresidir dersem, cevabınız ne olurdu! Bence dünyadaki en zengin yerler mezarlıklardır. Çünkü mezarlıklarda hiç gerçekleşmeyen hayaller, hiç yazılmamış kitaplar, hiç söylenmeyen şarkılar ve şiirler, asla paylaşılmayan icatlar ve hiç keşfedilmemiş tedaviler bulabilirsiniz.
Bu insanlar günümüzde yaşasalardı hayat felsefeleri “günler torbaya mı girdi” gibi bir şey olurdu. Peki soralım, hiç günler torbaya girer mi! Hiç şüpheniz olmasın günler o torbaya kesinlikle girer. Buyurun size bir başka paradoks. “Allah’ın günümü kalmadı” peki tekrar soralım “Allah’ın günü biter mi”. Tekrar cevap verelim “Allah’ın günü biter”. Başkaları için bitmese bile bizim için biter.
Gelin konuyu biraz daha açalım. Bilirsiniz şirketlerin misyonu ve vizyonu vardır. Her şirket kendisine bir hedef koyar. Bunları da misyon ve vizyon başlıkları altında kamuoyuyla paylaşır.
Ertelemelerle ve şikayetlerle geçen şu kısacık hayatımızda bizler neyi hedefleriz. Nedir bizim hikayemiz. İnsanlığa değer katacak misyonumuz nedir. Ufak şeyleri dert etmekten, başkalarını suçlamaktan, herkesin onayını beklemekten, hep haklı olduğumuzu iddia etmekten vakit ‘mi kalıyor Allah aşkına kendi hikayemize. Artık evhamlarımızdan kurtulup dünyaya neler verebilir, neler yapabilirizin hesabını yapmalıyız. Gerçekleşmeyen hayallerimizle, söylenmeyen şarkılarımızla, paylaşılmayan icatlarımızla girmeyelim o toprağın altına. 
Hayat yolculuğunun amacı mezara alımlı, iyi muhafaza edilmiş bir bedenin içinde değil, tekrar tekrar patinaj yapıp tozu dumana kattıktan sonra tamamen tükenmiş, sonuna kadar harcanmış bir halde, bağıra bağıra, vay canına ne hayattı be! Diyerek varmak olmalıdır.
Yaptığınız şeylerin boyutları değil konumuz, insanlığa ne katarsan kat. Ne yaparsan yap.
Mazeret üretme, geleceği hayal et, merak et, inan ve yap.
Mesela, yetmişinde bile fidan dik, hemde öyle çocuklara falan kalır diye değil.
Hayatındaki onca düzensizlik ve karmaşaya rağmen, yaşamı ve dünyayı bize anlatan, daha doğrusu bize misyonumuzu hatırlatan, Nazım Hikmet’e kulak kesilelim.
Yaşamak şakaya gelmez,
büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın
bir sincap gibi mesela,
yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden,
yani bütün işin gücün yaşamak olacak.

Yaşamayı ciddiye alacaksın,
yani o derecede, öylesine ki,
mesela, kolların bağlı arkadan, sırtın duvarda,
yahut kocaman gözlüklerin,
beyaz gömleğinle bir laboratuvarda
insanlar için ölebileceksin,
hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için,
hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken,
Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı,
yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin,
hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil,

Diyelim ki, ağır ameliyatlık hastayız,
yani, beyaz masadan,
bir daha kalkmamak ihtimali de var.
biz yine de güleceğiz anlatılan Bektaşi fıkrasına,
hava yağmurlu mu, diye bakacağız pencereden,
yahut da sabırsızlıkla bekleyeceğiz
en son ajans haberlerini.
Diyelim ki, dövüşülmeye değer bir şeyler için,
diyelim ki, cephedeyiz.
Daha orda ilk hücumda, daha o gün
yüzükoyun kapaklanıp ölmek de mümkün.
Tuhaf bir hınçla bileceğiz bunu,
fakat yine de çıldırasıya merak edeceğiz
belki yıllarca sürecek olan savaşın sonunu.
Diyelim ki hapisteyiz,
yaşımız da elliye yakın,
daha da on sekiz sene olsun açılmasına demir kapının.
Yine de dışarıyla birlikte yaşayacağız,
insanları, hayvanları, kavgası ve rüzgarıyla
yani, duvarın ardındaki dışarıyla.
Yani, nasıl ve nerede olursak olalım
hiç ölünmeyecekmiş gibi yaşanacak…
Son söz…

Sizi bir mikroptan, hızlı, çok daha hızlı bir şekilde öldürecek şey, kederli bir ruhtur.
Neşeyle kalın…                                                                                                      

Kaynaklar: Hunter THOMPSON John STEİİNBECK