224kablo
Köşe Yazıları

BUGÜNÜN TEKRARI YOK

“Yaşamak çok nadir rastlanan bir şeydir. Çoğu insan sadece var olur.” (Oscar wilde) O yüzden kendimize şunu sormalıyız:
“Ben yaşıyor muyum, yoksa sadece nefes mi alıyorum? En iyi günler orada bir yerlerde olamaz. En iyi gün bugün. Her günü bir şaheser haline getirin. Hayat senfonisini hissedin. Çünkü bugünün tekrarı yok.
Kadim bir söz vardır, duyanlarınız mutlaka olmuştur. Memonti Mori”. Roma imparatoru Marcus Aurelius bu sözü ara sıra kulağına fısıldaması için birini görevlendirmiş. Bir gün öleceksin, bunu hatırla ve şimdi yaşa.”
Spor mu yapacaksın hemen şimdi yap. Özür mü dileyeceksin? Git gözlerinin içine bak söyle. Özledin mi? Git arkasından koş. Sevdin mi? Git söyle, kızdıysan git avazın çıktığı kadar bağır.
Seyahate mi çıkmak istiyorsun? Çantanı hazırla ve kendin çık! Kendinle vakit geçirmeyi öğren. Mutlu olmak için birine ihtiyaç duyma.
Her şeyden önemlisi içten ol, içtenlikten uzak, asla sürekliliği olmayan insan ilişkileri yerin dibine batıyor çünkü. Birine yardım mı edeceksin? Git ve yardım et, dünyada biri üşüyorsa sende ısınamazsın.
Ertelemek yaşamın mayasını kaçırır. Asla erteleme.
Hayatlarımız boyunca tanıştığımız herkesle kimyasal bir tepkimeye gireriz. Bizi değiştirirler. Bizde onları değiştiririz.
Çünkü değişince başka insanlarla başka tepkimelere girebiliriz. Nasıl sonuçlanacağınıda her zaman bilemeyiz. Mesala, yarın ne olacağını asla bilmiyoruz.
Ama planı göremiyor olmamız, planın olmadığı anlamına gelmez.
Konu başlığımız daha iyi anlaşılsın diye Erma Bombeck’in 79 yaşındaki hayata bakışını belkide geri dönülemez pişmanlığını, birlikte okuyalım.                                                                                                                                    
Hayatımı yeniden yaşayabilseydim eğer; Hastayken yatağa girer dinlenirdim. Ben olmadığım zaman her şey kötüye gidecek diye düşünmezdim.
Gül şeklindeki pembe mumu saklamaz yakardım. Daha az konuşur, ama daha çok dinlerdim.
Yerler kirlense, masa örtüm lekelense bile daha çok arkadaşımı akşam yemeğine davet ederdim. Oturma odasında TV seyrederken, patlamış mısır yer.
Yerler leke olacak diye korkmazdım. Bana gençliğini anlatmaya çalışan dedeme daha çok vakit ayırırdım. Kocamın sorumluluklarını daha çok paylaşırdım…
Saçım bozulmasın diye, arabanın camının açılmasını önlemezdim.
Eteğimin lekelenmesine aldırmadan çimlere otururdum. TV seyrederken daha az, hayata bakarken daha çok ağlar ve gülerdim.
Ömür boyu garantilidir denilen hiçbir şeyi satın almazdım. Çocuklarım beni öpmek istediklerinde, asla “Önce git ellerini yüzünü yıka” demezdim.
Onlara daha çok “seni seviyorum”, ondan da daha çok “özür dilerim” derdim.
Bana benzemeyenler, benden daha çok şeye sahip olanlar ve kimin ne yaptığı beni ilgilendirmezdi. Küçük şeyler için şikâyet etmezdim.
Bunun yerine, ilişkilerimi güçlendirmeye çalışırdım. Sahip olduğunuz ruhsal, fiziksel ve duygusal her şey için şükredin. Tek bir hayatınız var ve bir gün sona eriyor.
Ama başka bir hayat verilseydi en çok yapacağım şey; her dakikasını değerlendirmek olurdu…
Asla bugünün tekrarı yok, Atalarımız ne güzel söylemiş,” Yarına kim öle, kim kala?”    

Son söz…
Bu aralar nefret çok moda. Farklı olun ve sevin. Bir insanı, bir kuşu, bir köpeği, bir ağacı, belkide bir kitabı…
Bugün size verilen en iyi armağan. Yaşayın ve neşeyle kalın…