224kablo
Köşe Yazıları

Ah Bu Masalların Gözü Kör Olsun…

Volt Gazetesi Mayıs sayısında ilk yazımla hepinizi gönülden selamlarım. 
İnsan ömrü doğumdan ölüme bir ağaç misali. Hepimizin hayata başlangıcı birer filiz, zamanla büyüyoruz yeşermeye başlıyoruz.
Bir ağaç için en kıymetli dönem, çiçeklerinin meyveye dönüştüğü dönemdir. Okul hayatımız, iş hayatımız, aşklarımız, evlilik hayatımız.
Güneşi görünce hayatımızda açan çiçeklerimiz gibi. Açan çiçeklerin verdiği meyve hediyesi gibi, hayatında bize sunduğu en büyük hediye; kıymetlilerimiz evlatlarımız.
Hayat yolunda kendi filizimizin üzerine titriyoruz. Oyuncaklar, okullar, kurslar derken hayatta her şeyin en iyisini çocuklarımıza sunuyoruz.
Onları koruma iç güdüsüyle hayatın da aslında hep iyi yüzünü sunmaya çalışıyoruz. Kendimizin karşılaştığı hiçbir zorluğu hissettirmeden sanki hayatın hiç bu yüzü yokmuş gibi davranıyoruz üstelik.
Her birimiz prensimizi ve prensesimizi, kendi kurguladığımız masalımızın içinde büyütüyoruz. Gün geliyor filizimiz büyüyor ve ağaç olmaya evriliyor.
Sonra kendine ait yol çizgisinde tek başına yürümeye başlıyor. Bizden bağımsız yürüdüğü her yolda karşılaştığı zorluklarda şaşırıyor, zorlanıyor, ne yapacağını bilemez hâlde davranıyor.
Hayatında, okul yaşamında özellikle iş yaşamında karşılaştığı zor insanlar ve durumlarla yeterince başa çıkamıyor. Peki şimdi bunun sorumlusu kim? Bu durum çocuklarımızın mı yoksa biz ebeveynlerin mi suçu? 
Acaba biz bu masallara kendimizi fazlaca mı kaptırdık? Çünkü aile dışında hiçbir ortam da çocuklarımıza prens ve prenses gibi davranılmıyor. Z kuşağı yok Y kuşağı diyoruz. Peki bu kuşakları yetiştiren bizler değil miyiz?
Genç nesil yönetici olarak yeni çalışan profillerine baktığımda, çok başarılı gençlerimiz olduğunu gözlemliyorum.
İyi üniversitelerden çok iyi derecelerle mezun, dil eğitimleri harika, kendilerine eğitim anlamında yatırım yapılmış birçok ailenin masal kahramanları.
Ancak iş hayatına gelince; mesai saati zorluğu, iş akışı zorluğu, kendini ifade etme zorluğu, problemle karşılaşınca çözüm bulma zorluğu ve bu zorlukların karşısında olmuyorsa gidiyorum diyen ya da işten gönderilmeyi bekleyen gençlik.
Peki, bunca yatırıma ne oldu? Bunca emek, bunca korunup kollama…
Ben dahil bir çok işveren arkadaşımız bugün kalifiye iş arkadaşı bulmakta zorlanıyor.
Yıllarca dirsek çürütmüş kazanması zor, okuması daha da zor olan üniversitelerden mezun olan genç arkadaşları maalesef ki bırakıp, yaşamı tanıyan eğitimli ya da alaylı yani masal kahramanı gibi yetişmemiş hayatın gökkuşağının bütün renklerini bilip yaşamış arkadaşlara yöneliyoruz. Sonuç; işverenler memnun. Sonuç; üniversite mezunu kafalarının içi birçok bilgiyle dolu olan işsiz genç arkadaşlar. Sanırım bu durum için hemen bir suçlu tayin etmeliyiz.
Tabi ki suçlusu biz değiliz. Çünkü kendimiz asla suçlu olamayız. Bu bizim kültürümüze aykırı değil mi? Şanssızlığı mı suçlasak? Yöneticileri mi?
Bunca emeğimize rağmen iş bulamadın diyerek pırıl pırıl yetiştirdiğimiz çocuklarımızı mı? Hayır bence hiç birini. Suçlu aramayı bırakıp sadece kendimizi sorgulamalıyız?
Gökkuşağının parlak renklerinden bahsetmek yerine, bu göz alıcı renklerin ancak en büyük fırtınalardan ve yağmurlardan sonra yani bütün sıkıntıların ardından, bu sıkıntıları da atlattık diye renklerin gökyüzüne dans etmek için çıktığından bahsetsek.
Elbette çiçeklerimiz meyveye dönüştü. Elbette hayattaki en büyük başarımız diye baktığımız, üzerine titrediğimiz evlatlarımız oldu.
Ancak biz koca bir çınar olduysak ve çocuklarımız filizken büyüyüp kendileri yeşermeye başladıysa artık onlara birer masal kahramanı gibi davranmayı bir kenara bırakıp birer birey gibi davranmalıyız.
Hayatın bütün renklerini onlara anlatmalıyız. Her düştüğünde elinden tutup kaldırmamalıyız. Bırakalım düşsünler, düşsünler ki kalkmayı öğrensinler. Öğrensinler ki güçlensinler.
Öğrensinler ki hayatları boyunca en güçlü olanın kendileri olduğunu bilsinler. Düşünce canları acıyacak elbet ama acılarının merhemini kendileri hazırlamayı bilsinler. 
Yaşam esen yel dolu. Gelin bu yel de ne kendimiz savrulalım ne de savrulacak bireyler yetiştirelim. 
Maalesef ki yazımın sonunu parlak renklerin zamansız kararmasıyla bitiriyorum. 4M Altın Elektrik değerli çalışanı Aygül Yıldırım’a Allah’tan rahmet, ailesine ve çalışma arkadaşlarına başsağlığı dilerim.